Saturday, September 30, 2006





Thursday, September 28, 2006

Sunday, September 24, 2006

Dört kelebek

Dört tane kelebek bir gün bir ateş görmüşler. Bunun nasıl bir şey
olduğunu öğrenmek istemişler. Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve
üzerinin aydınlandığını görmüş. Arkadaşlarının yanına gelmiş ve:

--Bu ateş aydınlatıcı bir şey!, demiş..

İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş.
Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş… Demiş ki:

--Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey!

Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, Biraz daha biraz daha yaklaşmış.
Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla
geri dönmüş… Şöyle demiş:

--Ve bu ateş yakıcı bir şey!

Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. Biraz yaklaşmış,
aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha
yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş.

ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek "poff !" diye
ortadan kayboluvermiş...

Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp
söyleyememiş… Çünkü o kaybolmuş ateş içinde. bir şeyi, ancak içinde
kaybolan bilebilirmiş!...


-alıntı-
NUH' UN GEMİSİ

Ünlü bir yönetici, "bilmem gereken her şeyi, Nuh'un Gemisi'nden öğrendim,"
diyor. Nelermiş öğrendikleri?

BİR: Doğru gemiyi kaçırma.

İKİ: Hepimizin aynı gemide olduğunu unutma.

ÜÇ: Vakit gelip çatmadan planını yap. Hz. Nuh, gemisini inşa ederken
yağmur yağmıyordu!

DÖRT: Kendine hep iyi bak ve büyük günü bekle. Altmışına merdiven
dayadığında bile, gerçekten büyük bir iş yapman için önün açılabilir.

BEŞ: Eleştirileri dinle, eleştirenlere kulak asma; yapılması gerekeni
yapmaya devam et.

ALTI: Geleceğini zirveler üzerine kur; dalgalar sana ulaşamasın.

YEDİ: Ne olur ne olmaz, eşinle yola çık.

SEKİZ: Hız her zaman kazandırmaz. Yılanlar da gemideydi, çıtalar da.

DOKUZ: Üzerinde aşırı baskı hissettiğinde, bir süre boşlukta yüz.

ON: Titanik'in profesyoneller, geminin ise amatörler tarafından
yapıldığını
unutma.

ONBİR: Fırtınanın gücü ne olursa olsun, eğer Allah'ın (c.c) safındaysan,
seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır.


-alıntı-

Friday, September 22, 2006

Dünya' da
'üç' grup insan var :
Bir Şeyi yapan ve tasarlayan
'küçük' bir seçilmiş grup,
Bir şeyin yapılmasını seyreden
'büyükçe' bir grup,
Ne olup bittiğini bilmeden yaşayan
'muazzam' bir kalabalık :)

Kıssadan Hisse...

DİŞİ ASLAN

Hayvanlar bir gün kim daha çok çocuk doğurabilir diye çekişmeye başlarlar.
Hep birlikte dişi aslana gidip danışırlar.

"Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun?" diye sormuşlar aslana.

"Bir." diye yanıtlar dişli aslan. "Fakat ben aslan doğururum."

DERSIMIZ;

Neymiş...
NITELIK, NICELIKTEN ÖNEMLIDIR.

-----------------------------------------------------------------

YENGEÇ ILE ANNESI

"Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum" diye sorar anne yengeç
çocuğuna.



"Düzgün yürüsene ! " der.

- "Pekala anne" der çocuk.

- "Sen önümden düzgün yürü, ben seni takip ederim. "

DERSIMIZ;

Neymiş...
HAREKETLER SÖZLERDEN ÖNDE GELIR?


-----------------------------------------------------------------


ASLAN, KOYUN, KURT VE TILKI

Aslanın biri, bir koyunu yanına çağırır ve nefesinin kokup kokmadığını
sorar.

Evet ! ? diye yanıtlar koyun. Aslan bu yanıta kızar ve koyunu oracıkta
parçalar.

Daha sonra kurda seslenip yanına çağırır, ona da aynı soruyu sorar.

Hayır ! ? diye yanıtlar kurt korkudan. Ancak o da yağcılık yaptığı için
aslanın öfkesinden kurtulamaz.

Sıra tilkiye gelmiştir. Aynı soruyu tilkiye de sorar. Tilkinin yanıtı şöyle
olur;

- Üzgünüm, üşütmüşüm biraz, o yüzden burnum koku almıyor ! ?

DERSIMIZ;

Neymiş...
AKILLI KİŞİ TEHLIKELI DURUMLARDA KONUŞMAZ !!!


-----------------------------------------------------------------


KAZLAR VE TURNALAR

Kazlar ve turnalar bir gün aynı tarlada yiyecek ararlarken birden yanlarına
yaklaşmaya çalışan avcıyı fark ederler. Turnalar daha çevik ve hafif
oldukları için hemen uçarlar. Oysa kazlar ağır hareket ettikleri için
avcıdan kurtulamazlar.

DERSIMIZ;

Neymiş...
YAKALANANLAR HER ZAMAN SUÇLU OLANLAR DEĞILDIR?


-----------------------------------------------------------------


HASTA GEYIK

Yaşlı bir geyik hasta düşer ve daha rahat otlayabilmek için güzel otlarla
dolu bir çalılıkta yaşamaya başlar. Her hayvanla iyi geçindiği için pek çok
hayvan sık sık geyiğin ziyaretine gelir.

Zamanla her gelen hayvan bu güzel otlardan tatmaya başlayınca kısa süre
sonra tüm otlar biter. Geyik hastalıktan kurtulur ama yiyecek hiçbir şeyi
kalmadığı için bir süre sonra açlıktan ölür.

DERSIMIZ;

Neymiş...
BAZEN İYİ ŞEYLERDE PAYLAŞTIKÇA BİTEBİLİR. ELİMİZDEKİNİN DEĞERİNİ BİLELİM

-----------------------------------------------------------------


FARELERIN TOPLANTISI

Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden
kurtulma planları yaparlar. Pek çok fikir öne sürülür. Hiçbiri kabul görmez.

En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı önerir. Böylece kedi

kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve kaçabileceklerdir. Bu öneri
fareler tarafından alkışlarla onaylanır.

Bu arada bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa
kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu
olmadığını belirtir.

Fakat, der, Kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boynuna
çan asacak? ?

DERSIMIZ;

Neymiş....
IYI BIR PLAN YAPMAK AYRI, O PLANI GERÇEKLEŞTIRMEK AYRIDIR. *


İnsanlar Felsefeyi Çocukken MASALDAN, Sonra Kitaplardan, İhtiyarlarlayınca'da ARKALARINDA Kalan Hayatlarından ÖGRENEBiLiRLER

-alıntı-

Friday, September 15, 2006

Geç Kalmalı mı???

Tuesday, September 12, 2006

Gölgemi aldım yanıma
Vurdum hasretin yoluna
Benzedim bahtsız Mecnun'a
Yüce Mevla'ya sığındım
Seyret perişan halimi bende akşam olmakta
Dostlar seyrelmiş beyhude lafla vakit dolmakta
Avare oldum serseri oldum terk-i diyarda
Zalim...
Yarin gözü yüksekte benim bir kuru aşkım var
Düşmanlarım nispette be hey kara vicdanlı yar
Yağdı saçlarıma genç yaşımda lapa lapa kar
Zalim...

Sezen Aksu
Günler hızla akıp gidiyordu...
Eksildiğini sandığımız takvim yaprakları
aslında...
Aklımızın ve kalbimizin bir taraflarında birikip kalıyordu...

-alıntı-

Azrail'in Güzelliği

Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken,hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum. --"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:--"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:--"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?. İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.Ertesi gün O'na: --"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin. Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu: --"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir." Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:--"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!...

-alıntı-

Wednesday, September 06, 2006

sonra...
bir gün geldi...
günlerim değişti...
ne saklıydım artık,ne de kayıp...

biz hep vardık halbuki...
ama ' biz' değildik...
şimdi herşey farklı...
önceden farklı,sonradan farklı...

seni tanıdğım ilk günden bu güne kadar..
herşey için teşekkür ederim..

-fatalite.net 'ten alıntıdır-

Tuesday, September 05, 2006

Bir gün gelir öyle bir Leyla seversin...
Seni öyle bir Yusuf eder ki..
Bin Züleyha çıkar, döndüremez seni yolundan..
Sen bile kendine inanamazsın!...

Friday, September 01, 2006

Bir yönetim ne zaman çöker?

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayal eder, günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı diye derin derin düşünmeye başlar…

Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi ‘ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendiye gönderir…

“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eylede bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olurda izmihlale uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendinin cevabı bir bakıma çok kısa bir bakıma içinden çıkılmaz bir hal alır:

“Nemelazım be Sultanım!”

Topkapı Sarayında bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mana veremez.. Yahya efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar:

“Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?”
Nihayet kalkar,Yahya Efendinin Beşiktaş’taki dergahına gelir..
Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”

Yahya efendi duraklar:

“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”

“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece nemelazım be sultanım demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.”

Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu akıl almaz açıklamasını yapar:

“Sultanım!Bir devlette zulüm yayılsa,haksızlık şayi olsa, işitenler de nemelazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir….”

Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder,sonra da kendisini böyle ikaz eden bir alime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder, bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak oradan ayrılır…
Mektup bugün Topkapı da sergi halindedir…

_Alıntı_