Tuesday, February 06, 2007

Doğa/Sakın Sevme Beni...

Monday, February 05, 2007

Tarkan/Verme...

Tarkan/Sorma Kalbim

Sunday, February 04, 2007

Usulca bırakıp aşkı aldığım yere,
kimselere görünmeden ayak izlerimi sildim,
bir ayrılık daha işaretledim çeteleme
yoksul kaldım
ayrılık aldım
bos kalmasın diye odalarım,
adımlarımı saydım
üç adım aşka beş adim ayrılığa,
yaklaşmak imkansızdı sanki uzaklara,
ipuçlarını yok etmek
delilleri yakmak düştü yine payıma
bırakmalıyım…
vakit dar kaçmalıyım …
sahipsiz aşk duyarsanız kayıp ilanlarında…
susmayı deneyin…
sınırdışı edin itiraflarınızı vakit var…
aşkın kalbimde parmak izleri var
benimse kimseye açmayacağım
kalbim, şimdilerde göğüs kafesimde...
BU KADAR...

Friday, January 05, 2007

Ask ve arkadaslik bir gün yolda karsilasirlar ask, kendinden emin bir sekilde sorar;
''ben senden daha samimi ve daha cana yakinim sen niye varsin ki bu dünyada?''
Arkadaslik cevap verir:
"sen gittikten sonra biraktigin gozyaslarini silmek için...."

Saturday, December 02, 2006

Küllüklere zararsın be hayat!...

Tuesday, November 21, 2006

GECE - GÜNDÜZ

Bir bilge kişi, çölde öğrencileriyle otururken demiş ki;"Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz?Tam olarak ne zaman karanlık başlar,ne zaman ortalık aydınlanır?"
Öğrencilerden biri;"Uzaktaki sürüye bakarım," demiş,"koyunu keçiden ayıramadığım zamanakşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış ve "Hocam" demiş,"İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman,anlarım ki sabah başlamıştır."
Bilge kişi, uzun süre susmuş. Ögrenciler meraklanmışlar ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.
Bilge kişi şöyle demiş; "Yürürken karşıma bir kadın çıktığında,güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadanona "bacım" diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, kardeşim sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, AYDINLIK başlamıştır..."


--Kaynağı Bilinmiyor. --

Friday, November 10, 2006


Kar ve gül...

Thursday, October 26, 2006

"Yolunu yitirdiğini, şaşırdığını hissettiğin zaman
ağaçları düşün, onların büyüme biçimini anımsa.
Unutma ki, yapraği gür ama kökü zayıf bir ağaç
ilk güçlü rüzgarda devrilir,
oysa kökü güçlü ve az yapraklı ağaçta can suyu binbir güçlükle dolaşır.
Kökler ve yapraklar aynı ölçüde gelişmelidir,
olayların içinde ve üzerinde olmalısın,
ancak böyle gölge ve sığınak sunabilir,
ancak böyle doğru mevsimde çiçekler ve meyvelerle donanabilirsin.
.
Ve sonra, önünde pek çok yol açılıp
sen hangisini seçeceğini bilemediğin zaman,
herhangi birine, öylece girme, otur ve bekle.
Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan,
öyle soluk al, hiçbir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme,
bekle ve gene bekle.
Dur, sessizce dur ve yüreğini dinle.
Seninle konuştuğu zaman kalk ve Yüreğinin götürdüğü yere git."
.
Susanna Tamaro

Wednesday, October 25, 2006

Sunday, October 22, 2006

Hayaller :) ...
Şehrin birinde yasayan cok guzel bir kiz varmis .Sehirdeki butun delikanlilar onun kalbini calabilmek ve onunla evlenebilmek icin caba sarfederlermis ama o herdefasinda ayni cevabi verir
"hayir, benim hayallerimde yasayan bir delikanli var. Ben onu bekliyorum" dermis.
Aradan gunler gecmis, bu kiz evinin penceresinden bakarken yoldan gecen bir delikanliyi gorumus ve evet demis; iste bu benim bekledigim, hayal ettigim insan .Kosarak inmis merdivenleri delikanlinin yanina gitmis, hafifce sirtina dokunmus ve
- "bakarmisiniz" demis. Delikanli donmus ve hafif bir gulumsemeyle
-"buyur teyze birseymi istedin?" demis. :)) ...

Friday, October 13, 2006



Hayat iki tekerli bisiklete binmek gibidir...

Pedalı çevirdiğin müddet içinde ayakta kalırsın...

Saturday, September 30, 2006





Thursday, September 28, 2006

Sunday, September 24, 2006

Dört kelebek

Dört tane kelebek bir gün bir ateş görmüşler. Bunun nasıl bir şey
olduğunu öğrenmek istemişler. Birinci kelebek ateşe biraz yaklaşmış ve
üzerinin aydınlandığını görmüş. Arkadaşlarının yanına gelmiş ve:

--Bu ateş aydınlatıcı bir şey!, demiş..

İkinci kelebek bununla yetinmeyerek daha fazla şey öğrenmek istemiş.
Biraz daha yaklaşmış ve ısındığını hissetmiş… Demiş ki:

--Aynı zamanda bu ateş ısıtıcı bir şey!

Üçüncü kelebek bununla da yetinmemiş, Biraz daha biraz daha yaklaşmış.
Bir anda ateşin kanatlarını yaladığını hissetmiş ve yanmış kanatlarıyla
geri dönmüş… Şöyle demiş:

--Ve bu ateş yakıcı bir şey!

Sonuncu kelebek daha da çok şey öğrenmek istiyormuş. Biraz yaklaşmış,
aydınlandığını görmüş. Biraz yaklaşmış, ısındığını hissetmiş. Biraz daha
yaklaşmış, ateş kanatlarını kavurmuş.

ve biraz daha yaklaştıktan sonra tamamen yanan kelebek "poff !" diye
ortadan kayboluvermiş...

Ateşin gerçekten ne olduğunu belki bir tek o öğrenmiş ama geri dönüp
söyleyememiş… Çünkü o kaybolmuş ateş içinde. bir şeyi, ancak içinde
kaybolan bilebilirmiş!...


-alıntı-
NUH' UN GEMİSİ

Ünlü bir yönetici, "bilmem gereken her şeyi, Nuh'un Gemisi'nden öğrendim,"
diyor. Nelermiş öğrendikleri?

BİR: Doğru gemiyi kaçırma.

İKİ: Hepimizin aynı gemide olduğunu unutma.

ÜÇ: Vakit gelip çatmadan planını yap. Hz. Nuh, gemisini inşa ederken
yağmur yağmıyordu!

DÖRT: Kendine hep iyi bak ve büyük günü bekle. Altmışına merdiven
dayadığında bile, gerçekten büyük bir iş yapman için önün açılabilir.

BEŞ: Eleştirileri dinle, eleştirenlere kulak asma; yapılması gerekeni
yapmaya devam et.

ALTI: Geleceğini zirveler üzerine kur; dalgalar sana ulaşamasın.

YEDİ: Ne olur ne olmaz, eşinle yola çık.

SEKİZ: Hız her zaman kazandırmaz. Yılanlar da gemideydi, çıtalar da.

DOKUZ: Üzerinde aşırı baskı hissettiğinde, bir süre boşlukta yüz.

ON: Titanik'in profesyoneller, geminin ise amatörler tarafından
yapıldığını
unutma.

ONBİR: Fırtınanın gücü ne olursa olsun, eğer Allah'ın (c.c) safındaysan,
seni bekleyen bir gökkuşağı mutlaka vardır.


-alıntı-

Friday, September 22, 2006

Dünya' da
'üç' grup insan var :
Bir Şeyi yapan ve tasarlayan
'küçük' bir seçilmiş grup,
Bir şeyin yapılmasını seyreden
'büyükçe' bir grup,
Ne olup bittiğini bilmeden yaşayan
'muazzam' bir kalabalık :)

Kıssadan Hisse...

DİŞİ ASLAN

Hayvanlar bir gün kim daha çok çocuk doğurabilir diye çekişmeye başlarlar.
Hep birlikte dişi aslana gidip danışırlar.

"Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun?" diye sormuşlar aslana.

"Bir." diye yanıtlar dişli aslan. "Fakat ben aslan doğururum."

DERSIMIZ;

Neymiş...
NITELIK, NICELIKTEN ÖNEMLIDIR.

-----------------------------------------------------------------

YENGEÇ ILE ANNESI

"Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum" diye sorar anne yengeç
çocuğuna.



"Düzgün yürüsene ! " der.

- "Pekala anne" der çocuk.

- "Sen önümden düzgün yürü, ben seni takip ederim. "

DERSIMIZ;

Neymiş...
HAREKETLER SÖZLERDEN ÖNDE GELIR?


-----------------------------------------------------------------


ASLAN, KOYUN, KURT VE TILKI

Aslanın biri, bir koyunu yanına çağırır ve nefesinin kokup kokmadığını
sorar.

Evet ! ? diye yanıtlar koyun. Aslan bu yanıta kızar ve koyunu oracıkta
parçalar.

Daha sonra kurda seslenip yanına çağırır, ona da aynı soruyu sorar.

Hayır ! ? diye yanıtlar kurt korkudan. Ancak o da yağcılık yaptığı için
aslanın öfkesinden kurtulamaz.

Sıra tilkiye gelmiştir. Aynı soruyu tilkiye de sorar. Tilkinin yanıtı şöyle
olur;

- Üzgünüm, üşütmüşüm biraz, o yüzden burnum koku almıyor ! ?

DERSIMIZ;

Neymiş...
AKILLI KİŞİ TEHLIKELI DURUMLARDA KONUŞMAZ !!!


-----------------------------------------------------------------


KAZLAR VE TURNALAR

Kazlar ve turnalar bir gün aynı tarlada yiyecek ararlarken birden yanlarına
yaklaşmaya çalışan avcıyı fark ederler. Turnalar daha çevik ve hafif
oldukları için hemen uçarlar. Oysa kazlar ağır hareket ettikleri için
avcıdan kurtulamazlar.

DERSIMIZ;

Neymiş...
YAKALANANLAR HER ZAMAN SUÇLU OLANLAR DEĞILDIR?


-----------------------------------------------------------------


HASTA GEYIK

Yaşlı bir geyik hasta düşer ve daha rahat otlayabilmek için güzel otlarla
dolu bir çalılıkta yaşamaya başlar. Her hayvanla iyi geçindiği için pek çok
hayvan sık sık geyiğin ziyaretine gelir.

Zamanla her gelen hayvan bu güzel otlardan tatmaya başlayınca kısa süre
sonra tüm otlar biter. Geyik hastalıktan kurtulur ama yiyecek hiçbir şeyi
kalmadığı için bir süre sonra açlıktan ölür.

DERSIMIZ;

Neymiş...
BAZEN İYİ ŞEYLERDE PAYLAŞTIKÇA BİTEBİLİR. ELİMİZDEKİNİN DEĞERİNİ BİLELİM

-----------------------------------------------------------------


FARELERIN TOPLANTISI

Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden
kurtulma planları yaparlar. Pek çok fikir öne sürülür. Hiçbiri kabul görmez.

En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı önerir. Böylece kedi

kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve kaçabileceklerdir. Bu öneri
fareler tarafından alkışlarla onaylanır.

Bu arada bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa
kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu
olmadığını belirtir.

Fakat, der, Kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boynuna
çan asacak? ?

DERSIMIZ;

Neymiş....
IYI BIR PLAN YAPMAK AYRI, O PLANI GERÇEKLEŞTIRMEK AYRIDIR. *


İnsanlar Felsefeyi Çocukken MASALDAN, Sonra Kitaplardan, İhtiyarlarlayınca'da ARKALARINDA Kalan Hayatlarından ÖGRENEBiLiRLER

-alıntı-

Friday, September 15, 2006

Geç Kalmalı mı???

Tuesday, September 12, 2006

Gölgemi aldım yanıma
Vurdum hasretin yoluna
Benzedim bahtsız Mecnun'a
Yüce Mevla'ya sığındım
Seyret perişan halimi bende akşam olmakta
Dostlar seyrelmiş beyhude lafla vakit dolmakta
Avare oldum serseri oldum terk-i diyarda
Zalim...
Yarin gözü yüksekte benim bir kuru aşkım var
Düşmanlarım nispette be hey kara vicdanlı yar
Yağdı saçlarıma genç yaşımda lapa lapa kar
Zalim...

Sezen Aksu
Günler hızla akıp gidiyordu...
Eksildiğini sandığımız takvim yaprakları
aslında...
Aklımızın ve kalbimizin bir taraflarında birikip kalıyordu...

-alıntı-

Azrail'in Güzelliği

Onk. Dr. Haluk Nurbaki'den gerçek bir hatıra
Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış bir olayı size nakletmek istiyorum.
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken,hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:--''Doktor bey,'' dedi. ''Ben size...dargınım.'' ''Niçin?" diye sordum. --"Siz...dindar bir insanmışsınız. Niçin bana da, ALLAH 'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:--"Doktora ulaşmak kolaydır'' dedim. ''Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.Vefatına bir hafta kala:--"Doktor bey,'' dedi. ''Ben ölürken ne söylemeliyim?"--"Senin durumun çok özel" dedim. ''Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince ''Muhammed'' (s.a.v) sana yeter."O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:--"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." Dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor. Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. "Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?. İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gün daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair işaret sezdim.Ertesi gün O'na: --"Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin. Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu: --"Doktor bey...Azrail bana nasıl görünecek?"--"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir." Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:--"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:--Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı.Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:--"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!...

-alıntı-

Wednesday, September 06, 2006

sonra...
bir gün geldi...
günlerim değişti...
ne saklıydım artık,ne de kayıp...

biz hep vardık halbuki...
ama ' biz' değildik...
şimdi herşey farklı...
önceden farklı,sonradan farklı...

seni tanıdğım ilk günden bu güne kadar..
herşey için teşekkür ederim..

-fatalite.net 'ten alıntıdır-

Tuesday, September 05, 2006

Bir gün gelir öyle bir Leyla seversin...
Seni öyle bir Yusuf eder ki..
Bin Züleyha çıkar, döndüremez seni yolundan..
Sen bile kendine inanamazsın!...

Friday, September 01, 2006

Bir yönetim ne zaman çöker?

Kanuni Sultan Süleyman, en yüksek duruma getirmiş olduğu devletin akıbetini hayal eder, günün birinde Osmanoğulları da inişe geçer çökmeye yüz tutar mı diye derin derin düşünmeye başlar…

Bu gibi soruları çoğu zaman süt kardeşi meşhur alim Yahya Efendi ‘ye sorduğundan bunu da sormaya niyet eder. Güzel bir hatla yazdığı mektubu keşfine inandığı Yahya Efendiye gönderir…

“Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eylede bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker? Osmanoğulları’nın akıbeti nasıl olur? Bir gün olurda izmihlale uğrar mı?” şeklinde mektubunu gönderir.

Güzel bir hatla yazılmış mektubu okuyan Yahya Efendinin cevabı bir bakıma çok kısa bir bakıma içinden çıkılmaz bir hal alır:

“Nemelazım be Sultanım!”

Topkapı Sarayında bu cevabı hayretle okuyan Sultan, bir mana veremez.. Yahya efendi gibi bir zatın böylesine basit bir cevapla işi geçiştireceğini pek düşünmez. Söylenmeye başlar:

“Acaba bilmediğimiz bir mana mı vardır bu cevapta?”
Nihayet kalkar,Yahya Efendinin Beşiktaş’taki dergahına gelir..
Sitem dolu sorusunu tekrar sorar:
“Ağabey ne olur mektubuma cevap ver. Bizi geçiştirme, soruyu ciddiye al!”

Yahya efendi duraklar:

“Sultanım sizin sorunuzu ciddiye almamak kabil mi? Ben sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz etmiştim.”

“İyi ama bu cevaptan bir şey anlamadım. Sadece nemelazım be sultanım demişsiniz. Sanki beni böyle işlere karıştırma der gibi bir anlam çıkarıyorum.”

Yahya Efendi bu cevaptan sonra şu akıl almaz açıklamasını yapar:

“Sultanım!Bir devlette zulüm yayılsa,haksızlık şayi olsa, işitenler de nemelazım, deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa, gizleseler, fakirlerin, muhtaçların, yoksulların, kimsesizlerin, feryadı göklere çıksa da bunu da taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür. Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider, halkta hürmet duygusu yok olur. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder hale gelir….”

Bunları dinlerken ağlamaya başlayan koca sultan, söyleneni başını sallayarak tasdik eder,sonra da kendisini böyle ikaz eden bir alime memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder, bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak oradan ayrılır…
Mektup bugün Topkapı da sergi halindedir…

_Alıntı_

Saturday, August 19, 2006

Körlerin ülkesinde, tek gözlü kral olur.
(Desiderius Erasmus)

Wednesday, August 16, 2006

Bazen pis bir taş mükemmel bir elması paramparça edebilir.Ama o elmas değerinden hiç bir şey kaybetmez.Aynı zamanda o taş ta hiç bir zerre değer kazanmaz.

Thursday, August 03, 2006

Ya herşeyim,
Ya hiçim...
Sorma Dünya ne biçim
Bir kördüğüm ki içim,
Çözdükçe dolanıyor...

Monday, July 24, 2006

Sami Yusuf

Sunday, June 25, 2006

Kazanmanın yolu (!)


Ah edip ağlamadan,
Sineler dağlamadan,
Su gibi çağlamadan,
Bu dağlar dar aşılmaz...

Friday, June 23, 2006

2 YAKLAŞIM FARKI

Bir adam kötü yoldan para kazanip bununla kendisine bir inek alır.
Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış
olmak için bunu Hacı Bektas Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister.
O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı
Bektas Veli'ye anlatır ve Hacı Bektas Veli
- ' helal değildir ' diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır .
Mevlana ise ; bu hediyeyi kabul eder.
Adam ayni şeyi Hacı Bektas Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul
etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.
Mevlana söyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektas Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz.
O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektas dergâhı'na gider ve Hacı Bektas Veli'ye,
Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli'ye sorar.
Hacı Bektas da söyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir.
Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez.
Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir."
Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi
becerebilen bir insan olmamız dileğiyle...

Wednesday, June 21, 2006

Gönül çalamazsan aşkın sazını
Ne perdeye dokun,
Ne teli incit
Eğer çekemezsen,
Gülün nazını
Ne dikene dokun,
Ne gülü incit.

Tuesday, June 20, 2006

Friday, June 16, 2006


Saygılarımızı sunarız efenimm...


Thursday, June 15, 2006

Sigara içen arkadaşlara bi küllükte benden hediye olsun :)

Tuesday, June 13, 2006

Posta kutuma takılan maillerden...














(resmin üzerine tıklayıp büyütebilirsiniz.)

Monday, June 12, 2006

"Herkes anlayabildiği kadar yaşar, ve anlayamadığı şeyleri umursamadan ölüp gider."
S.Karakoç

Friday, May 26, 2006

Yeni bişey izledim dün haberlerde.İnsan beyni dondurulabiliyormuş.Buna kim, ne amaçla ihtiyaç duyar gerçi, bu yeni mi keşfedildi yoksa ben mi yeni duydum, bilmiyorum ama,benim bi isteğim var nâçizane :
İstediğim oluncaya kadar ki zamana kadar,beynimi dondursam ,ve sonra yeniden yaşamaya başlasam olur mu aceba?Sayın bilim adamları size sesleniyorum:PLütfen bana bi çareee...
A.Selim Tuncer aktarmış :

“Bilmek” değil, yapa“bilmek” kazandırır ...

Wednesday, May 24, 2006

A glance!..























From Rebekah Roy-Fashion Stylist
Yenileri böyle olcakmış...

EXIT...

Ölümüne sabretipte kaderde varsa elbet gün geçer...

Tuesday, May 23, 2006


Artık Dünya'ya pembe gözlüklerle bakma devri geçti...Çıkarın at gözlüklerinizi!Takın pembe lenslerinizi! :)Yaşayın tosspembe! :p

Sunday, May 21, 2006

Bundan sonra bu blog da benim sözüm geçcekk!


Saturday, May 20, 2006

Yüreğine bulut koy...Yüreğine güneş koy...Yüreğine yıldız koy...
Yola devam et...

Wednesday, May 17, 2006

A PERFECT MAN ...











Friday, May 12, 2006

Ne masallar ninniler söylediler sevdalar üstüne.
Aldatıldık aldatıldık sevda böyle değil..
Ufalana ufalana kaç kuşak eridik bu yollarda..
Kimimiz yelle yeksan..
Kimimiz zor ayakta...
Kolu kanadı kırık kuşlar gibiyiz ayrı diyarlarda..
Bize saadet nasip şimdi uçuk rüyalarda...

Thursday, May 11, 2006

Ya demek öyle hanfendi :) !


















Anne ve yavru deve tembel tembel yemeklerini yerken birden yavru anneye dönmüş ve :

- "Sana bir sey sorabilir miyim, anne?"
-" Elbette yavrum sor."
- "Anne, bizim niye hörgücümüz var?"
Anne gururla:
- "Bu hörgüçlerde biz su biriktiririz yavrum ve bu sayede çölde herhangi birisinden cok daha uzun sure susuz dayanabiliriz."

- "Peki Anne, bizim bacaklarimiz niye bu kadar uzun ve ayaklarimiz yuvarlak?"
- "Evladim" der anne deve biraz daha gururlanarak
- "Bu sayede biz çölün kumlarinda herkesten daha rahat ve daha hizli hareket edebiliriz. "

- "Bunu da anladim, peki, kirpiklerimiz niye boyle uzun, bazen görüşümü bile bozuyorlar."
- "Hayatim onlar gozlerimizi colun kumlarindan korur, gözümüze kum kacmaz...."
- "Anladim, hörgüçlerimiz çölde daha uzun dayanabilmemiz icin su depolar, Bacaklarimiz uzun ve boylece çölde daha hizli ve rahat hareket edebiliriz, kirpiklerimiz gozlerimizi colun kumlarindan korur...Anlayamadigim sey o zaman bu Allah'ın cezası hayvanat bahçesinde ne işimiz var??"

Kıssadan Hisse: Becerileriniz, yetenekleriniz, özellikleriniz ve tecrübeleriniz sadece doğru yerdeyseniz işinize yarar.
-alıntı-

Wednesday, May 10, 2006

YASALAR VE KURALLAR

WILLOUGHBY YASASI
Birine bir makinenin çalismadigini kanitlamaya çalisirsaniz,
makine o anda çalisacaktir.

ANDREW YOUNG YASASI
Eger 100 işadami yasal olmayan bir iş yapmaya karar verirlerse, o
iş yasal olur.

MAXWELL'IN ÇIKARDIGI SONUÇ
Eger havayi soluyabiliyor ama suyu içemiyorsaniz geri kalmis bir
ülkedesinizdir. Oysa, suyu içebiliyor ama havayi soluyamiyorsaniz
kalkinmis bir ülkedesinizdir.

MURPHY'NIN 4 NOLU ÖLÇÜTÜ
Ne zaman bir isi yapmaya karar verirseniz, o anda yapmaniz gereken
bir baska is çikar.

LOFTA'NIN GÖZYASLARI
Hiç kimse sizi kendinizi iyi hissettiginiz zaman terketmez.

MURPHY'NIN 5 NOLU ÖLÇÜTÜ
Her çözüm beraberinde yeni sorunlar getirir.
FANT YASASI
Bir eliniz dolu iken diger elinizle kilitli bir kapiyi açmak
zorunda kaldiginizda, anahtar kesinlikle elinizin dolu oldugu taraftaki
cebinizdedir.

MONLY'NIN KURALI
Mantik, yanlis sonuca özgüveninizi yitirmeden sistematik bir
biçimde ulasma yöntemidir.

MURPHY ILKESI
Iyi bir yanlis yapmanin her zaman bir yolu vardir.

FULTON'UN YERÇEKIMI YASASI
Düsen bir nesneyi sakin tutmaya çalismayin. Birakin düssün, daha
az zarar görecektir.

CAMPBELL YASASI
Ne kadar az is yaparsaniz, isleriniz o kadar yolunda gider.

KOVAC'IN YASASI
Telefonda yanlis numara çevirdiginizde, asla mesgul çalmaz.

ANONIM BIR YASA
Beklenmedik bir yerden gelen para, beklenmedik bir harcamaya
gider.
MURPHY'NIN ONARIM KONUSUNDAKI YASASI
Ufak bir arizayi gidermeye çalisirken, daha önemli bir arizaya
neden olursunuz.

ÖNEMLI INSANLAR KURALI
Büyük hayranlik ve saygi duydugunuz insanlarin derin düsüncelere
daldigini gördügünüzde, olasilikla ögle yemeginde ne yiyeceklerini
düsünüyorlardir.
YASENEK'IN GÖZLEMI
Öpüsen insanlar birbirlerine o kadar yaklasirlar ki, birbirlerinin
hatalarini göremezler .

ARLEN YASASI
Bir yerden ayrilirken, insanlarin size ne kadar iyi
davrandiklarini görmek çok ilginçtir.

MURPHY YASASI
Bir isin ters gitme olasiligi varsa, kesinlikle ters gidecektir.

MURPHY'NIN 2 NOLU ÖLÇÜTÜ
Her is düsündügünüzden daha uzun sürer.

MURPHY'NIN 3 NOLU ÖLÇÜTÜ
Birkaç isinizin birden ters gitme olasiligi varsa, kesinlikle size
en çok zarar verecek is ters gidecektir.

Tuesday, May 09, 2006

Monday, May 08, 2006


Kırmızı mı?...Ne kadar??...













KASIMPATI OLMAYA NE DERSİN ?

Hiç umutlarınızın bittiğini sandığınız
tamam, hiç daha kötüsü olmamıştı"
dediğiniz zamanlarınız oldu mu.
Ya da "bittim, mahvoldum" dediğiniz?

Damağınızda acımsı bir tadın hiç geçmediğini;
yüreğinizdeki o mengenenin de
canınızı sıktıkça sıktığını hiç hissettiniz mi?

Yalnızsınızdır.
Savunmasızsınızdır.
Yorgunsunuzdur.

Anlatamaz, anlayamazsınız da.
Gözünüzde bir damla yaş, her an hazırdır akmaya.
Sebepli yada sebepsiz...

Soğuktur elleriniz, belki ısıtacak bir elin olmamasından.
Çirkinsinizdir kendinizce. Aynalara da küs...

Gözlerinizdeki pırıltılar yok oldu, yok olacak gibidir...
Çaresizsinizdir. Sebep çoktur.

Ya parasızsınızdır, ya terkedilmiş, ya hasta.
Aslında yüzlerce ya da’dır sizi bu hale getiren.
Ne zaman geçecek bilmezsiniz.

"umut garibin ekmeği" umarda umarsınız.
Ya çaba?

Oysa hiç gördünüz mü, kim bilir kaç gün olmuş
dalından koparılmış kasımpatlarını?
Hala dimdik, hala ayakta, hala pırıl pırıl.
Koparılmaya inat solmamaya kararlı.

Oysa; aklımız hep güllerdedir, hep lalelerde...
Solmak, kurumak çok kolay.
Oysa dimdik ayakta durabilmek önemli olan.
Yılmamak zorluklardan...

Hayallerden, umutlardan vazgeçmemek asıl olan.

Ne dersiniz denemeye var mısınız kasımpatı olmayı?
Herşeye rağmen, herşeye inat...

-ALINTI-

Saturday, May 06, 2006


Bazen ne de çok işe yarar...

Friday, May 05, 2006


İnadına kırmızı! dibine kadar kırmızı!...Kan kırmızı!!...

Saturday, April 29, 2006

SEVGİ 3 TÜRLÜDÜR

Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. "Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor. "Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?"
diye soruyor.. Sonra anlatmaya başlıyor..
"Sevgi üç türlüdür!.."
Birincinin adı "Eğer" türü sevgi!..
Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar..
Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome "En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor. Bir şarta bağlı sevgi.. Karşılık bekleyen sevgi.. "Sevenin, istediği birşeyin sağlanması karşılığı olarak vaad edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar.. "Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı birşey kazanmaktır." Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil,hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle "Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone'ye gittin" diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın" diyor. Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor. "Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı" diyor yazar.. "Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!.." İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında.. "Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, yaşamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir" diyor, Masumi Toyotome.. İlginç değil mi?..
ikinci türe geçiyoruz. "Çünkü" türü sevgi..
Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: "Bu tür sevgide kişi, birşey olduğu, birşeye sahip olduğu ya da birşey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır." Örnek mi?.. "Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)" "Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki.." "Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.." "Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki.." Yazar, Çünkü türü sevginin, Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş birşeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana.. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfın en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. "O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor, Toyotome.. "Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz" diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.. Birincisi.. "Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu.. Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri.. Öteki yalnızca kendilerinin bildiği.. "İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terkederlerse" korkusu buradan doğar. İkincisi de.. "Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir. Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terketmiş. Daha acısı.. Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını.. Sahip olduğı sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş.. Japon yazar "Toplumlardaki sevgilerin çoğu 'Çünkü' türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür" diyor.. Peki o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne?.." Ve işte sevgilerin en gerçeği!..
"Üçüncü tür sevgi benim 'Rağmen' diye adlandırdığım türdür" diyor yazar. Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında birşey beklenmediği için "Eğer" türü sevgiden farklı bu.. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için "Çünkü" türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Birşey olduğu için" değil, "Birşey olmasına rağmen" sevilir. Güzelliğe bakar mısınız?.. Rağmen sevgi.. Esmeralda, Qusimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına "rağmen" sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına "rağmen" tapar!.. "Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir. Bunlara 'rağmen' sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile.." Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibAi sevilebiliyor. Japon yazar "Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur" diyor. "Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir." Bunun böyle olduğundan nasıl emin?.. Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor.. "Şu soruma cevap verin" diyor. A"Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?.. Kendi kendinize 'Yaşamamın ne yararı var' diye sormaz mıydınız?.." Devam ediyor Toyotome.. "Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün.. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmezmiydi?. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?." "Diyelim sıradan bir yaşamınız var.. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?.." diye soruyor ve yanıtlıyor: "Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar." Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "Rağmen" sevgiyi.. "Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni 'Rağmen' türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da birgün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır." Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.. "Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var.. Kimsede başkasına verecek fazlası yok" diye açıklıyor.. Anlatıyor.. "Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir." Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?.. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar.. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.. Hani nerede?.. Hepsi o.. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda..

"Dünyadaki en büyük kıtlık, 'rağmen' türü sevginin yeterince olmayışıdır!.."


-ALINTI-

Lalem...

Güllere vurgunum,
Güllere sevdalı.
Bana güller verin,
Kırmızı güller verin...
Kan rengi. ..
Hüzünlü...
Şehit edalı...
Bana güller verin...
Kırmızı güller verin!...
Ah İstanbul, İstanbul olalı...






Monday, April 17, 2006

Aşk, 'hoşçakal' dedikten sonra tekrar karşılaşacağını bilmektir...Kaderdir ;) ...

Sunday, April 16, 2006

AŞKIN 'ACI' HALİ
tam göğsünün ortasında bir yerin acıyacak...
evinin seni içine sığdıramayacak kadar dar olduğunu fark edeceksin...
sokağa fırlayacaksın...
sokaklar da dar gelecek...
tıpkı vücudunun yüreğine dar geldiği gibi...
ne denizin mavisi açacak içini, ne pırıl pırıl gökyüzü...
kendini taşıyamayacak kadar çok büyüyecek, bir yandan da

kaybolacak kadar
küçüleceksin...
birileri sana bir şeyler anlatacak durmadan...
'önemli olan sağlık.'
'yaşamak güzel.'
'boş ver, her şey unutulur.'
sen hiçbirini duymayacaksın...
gözyaşlarından etrafı göremez hale geleceksin...
ondan ölmesini isteyecek kadar nefret edecek, az sonra

kollarında ölmek
isteyecek kadar çok seveceksin...
hep ondan bahsetmek isteyeceksin...
'ölüme çare bulundu' ya da 'yarın kıyamet kopacakmış'

deseler başını
kaldırıp 'ne dedin? ' diye sormayacaksın...
yalnız kalmak isteyeceksin...
hem de kalabalıkların arasında kaybolmak...
ikisi de yetmeyecek...
geçmişi düşüneceksin...
neredeyse dakika dakika...
ama kötüleri atlayarak...
onunla geçtiğin yerlerden geçmek isteyeceksin...
gittiğin yerlere gitmek...
bu sana hiç iyi gelmeyecek...
ama bile bile yapacaksın...
biri sana içindeki acıyı söküp atabileceğini söylese,

kaçacaksın...
aslında kurtulmak istediğin halde, o acıyı yaşamak için direneceksin...
hayatının geri kalanını onu düşünerek geçirmek

isteyeceksin...
aksini iddia edenlerden nefret edeceksin...
herkesi ona benzetip...
kimseyi onun yerine koyamayacaksın...
hiçbir şey oyalamayacak seni...
ilaçlara sığınacaksın...
birkaç saat kafanı bulandıran ama asla onu unutturmayan...
sadece bir müddet buzlu camın arkasından seyrettiren...
bütün şarkılar sizin için yazılmış gibi gelecek...
boğazın düğümlenecek, dinleyemeyeceksin...
uyumak zor, uyanmak kolay olacak...
sabahı iple çekeceksin...
bazen de 'hiç güneş doğmasa' diyeceksin...
ne geceler rahatlatacak seni ne gündüzler...
ölmeyi isteyip, ölemeyeceksin...
belki çivi çiviyi söker diye can havliyle önüne çıkana

sarılmak
isteyeceksin...
nafile...
düşüncesi bile tahammül edilmez gelecek...
rüyalar göreceksin, gerçek olmasını istediğin...
her sıçrayarak uyandığında onun adını söylediğini fark

edeceksin...
telefonun çalmasını bekleyeceksin...
aramayacağını bile bile...
her çaldığında yüreğin ağzına gelecek...
ağlamaklı konuşacaksın arayanlarla...
yüreğin burkulacak...
canın yanacak...
bir daha sevmemeye yemin edeceksin...
hayata dair hiçbir şey yapmak gelmeyecek içinden...
onun sesini bir kez daha duymak için yanıp tutuşacaksın...
defalarca aradığı günlerin kıymetini bilmediğin için

kendinden nefret
edeceksin...
yaşadığın şehri terk etmek isteyeceksin...
onunla hiçbir anının olmadığı bir yerlere gidip yerleşmek...
ama bir umut...
onunla bir gün bir yerde karşılaşma umudu...
bu umut seni gitmekten alıkoyacak...
gel gitler içinde yaşayacaksın...
buna yaşamak denirse...
razı mısın bütün bunlara...?
hazır mısın sonunda ölüp ölüp dirilmeye...?
o halde aşık olabilirsin...

CAN DÜNDAR

Sunday, April 09, 2006

Umutlar kuyuya düştüğünde,bir Yusuf yürür sabrın üstüne..

Aklım Kumsal iken, ben toz paresi
Çıktıkça yükseğe alçalır oldum
Düşündüm derdimin nedir çaresi
Susarak konuşmak, sonunda buldum..

_ALINTI_

Şimdi gitmek zamanı buralardan...

Yavaştan toplarım hüznümü, heyecanımı.

Bana ait ne varsa.. Benden başka...

incitmeden...

???

Ve incinmeden olsun isterdim...

Şimdi gitmek zamanı..

_ALINTI_

Monday, March 20, 2006

Ögrendik ki....
Bir tek insanin bize ''iyi ki varsin'' demesi, varoldugumuz için mutlu olmamizi saglar....

Ögrendik ki....
Kibar olmak, hakli olmaktan daha önemlidir.

Ögrendik ki....
Hayat sartlari bizi ne kadar ciddi görünmeye zorlasada hepimiz çilginliklarimizi paylasacak

birini ariyoruz....

Ögrendik ki....
Bazen tek ihtiyacimiz olan bir el ve bizi anlayacak bir yürektir.....

Ögrendik ki....
Parayla ''klas insan'' olunmuyor....

Ögrendik ki....
Gün içinde basimiza gelen küçücük seyler gün sonunda koca bir mutluluga dönüsüyor....

Ögrendik ki....
Inkar edip içimizde sakladigimiz seyler gerçekligini kaybetmiyor....

Ögrendik ki....
Biriyle dalastigimizda tek basardigimiz onun bize daha çok zarar vermesini saglamaktir....

Ögrendik ki....
Her yarayi saran zaman degil sevgidir....

Ögrendik ki....
Çabuk olgunlasmak için zeki insanlardan çevre edinmek gerekir.....

Ögrendik ki...
Karsilastigimiz herkes bir gülüsümüzü hak eder.....

Ögrendik ki....
Hiç kimse mükemmel degildir....

Ögrendik ki....
Hayat zorludur ama biz daha zorluyuz....

Ögrendik ki....
Gülümsemek, daha güzel bir görüntüye kavusmanin bedava yoludur....

Ögrendik ki....
Hepimiz zirvede olmak istesek de asil keyif oraya tirmanirken yasadiklarimizdir....

Ögrendik ki....
Zamanimiz ne kadar azsa yapacak isler o kadar çoktur....

Ögrendik ki....
BIRINI NE KADAR ÇOK SEVERSEK HAYAT ONU BIZDEN O KADAR ÇABUK

ALIYOR.....

CAN DÜNDAR

Monday, March 13, 2006

CAN DÜNDAR...

KAÇ KOPYASINIZ SİZ

Hiç düşündünüz mü orijinal kişiliklerinizden kaç kopya çıkarılabileceğini?
Kaç farklı hayatı bir arada yaşadığınızın farkında mısınız?
İstemeden yaptıklarınız, isteyip yapamadıklarınız,
gündüz yapıp gece pişman olduklarınızla nasıl çaresizce
başka başka dünyalara doğru kanat çırpmaya çabaladığınızı fark ediyor musunuz?
Bir dost nikahının ortasında birden bastıran hüznün,
bir büyüğün cenazesinde karşılaştığınız eski bir sevgiliyle çıkagelen coşkunun,
sizi nasıl kopya kopya çoğalttığını ve tek bir sizden ne çok sizler yarattığını biliyor musunuz?
Sinirli bir hayatı çabucak tüketmek için dörtnala koşturup dururken, bir an olsun durup,
geride kaç farklı ayak izi bıraktığınıza dikkat ediyor musunuz?
Sahi kaç kopyayız biz?
Aynı beden içinde kaç farklı ruh halini aynı anda yaşayıp, kaç farklı kişiliğe bürünebiliyoruz?
Bu kişiliklerin hangisi biziz, hangisi fotokopimiz?
Hüzünlü bir dağ başında sadece ırmak şırıltısı ve kuş sesleriyle sakin bir
hayatı düşleyen bıkkınlar mısınız, yoksa deniz kenarında bile televizyonlarını ve
cep telefonlarını elinden bırakamayan gönüllü kent mahkumları mı?
Ya aynı anda ikisine birden özenmenizi nasıl açıklayacaksınız? ..
Hangi kopyanız 'Kaçıp gidelim uzaklara' diyor, siz sıkı sıkıya bu topraklara bağlı dururken? ..
Kinler, sevgiler, öfkeler, kahkahalar ve gözyaşlarıyla örtülmüş, çok kopyalı
bir hayatı nasıl kendinize bile söylemeye cesaret edemediğiniz bir tur
iki yüzlülükle yaşayıp gittiğinizi fark ediyor musunuz?
Resmi bir toplantının ortasında, aklınızdan masanın üzerindeki
kalın raporun sayfalarından oyuncak uçaklar yapıp, tek tek aşağı atmak geçerken
hala büyük bir ciddiyetle kös kös oturuyor olmanızı gülümseyerek mi hatırlıyorsunuz, üzülerek mi? ..
Aklınızdan geceni yapamamanın, ruhunuz kopya kopya çoğalırken
asıl hayatı tek kopya olarak tüketiyor olmanın bedelini biliyor musunuz?
Kopyalarınızı orijinal kimliğinizle konuşturuyor musunuz hiç? ..
İçinizdeki canavar, ruhunuzdaki melekle hesaplaşıyor mu?
Siz kopya sandıklarınızın bir bileşkesi misiniz? Yoksa kopyalarınız da aslınıza mı benziyor?
Bilmeden her kopyada aslınızı yeniden mi üretiyorsunuz?
Göçüp giderken ardınızda kaç asıl, kaç suret bırakacaksınız?
Kaçının hatırlanmasını isteyecek, kaçından utanacaksınız?
Sahi, kaç kopyasınız siz? ..
Hangisi sizsiniz, hangisi fotokopiniz? ..

Saturday, March 11, 2006